1990’ların sonunda tartışılmaya başlamış olan “sürdürülebilirlik” dünyadaki kaynakların gelecek nesillerin ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak kullanılması odaklı düşünce sistemidir. Yani kaynakları minimumda kullanarak kendi kendine yeten ve yaşayabilen
yapılardan bahseder sürdürülebilirlik. Kökleri Latince ‘sus’ ve ‘tenere’ kelimelerinden
gelen sürdürülebilirlik kelimesi, bizim dilimizdeki karşılığı ile “korumak” anlamına gelen
sürdürülebilirliğin 3 temel ilgilendigi alan ve bileşeni vardır; Çevresel Sürdürülebilirlik,
Ekonomik Sürdürülebilirlik, ve Toplumsal Sürdürülebilirlik. Bu yazımda, bir parçası
olduğum iş dünyasının sürdürülebilir gelişimi odağında, sürdürülebilirlikten ‘Ekonomik ve
Toplumsal Sürdürülebilirlik’ kapsamlarında bahsetmek istiyorum. Yazımın sonlarına
doğru biraz da rakamlarla besleyeceğim tartışmamın odağında ise toplumsal cinsiyet
eşitliği konusu var.
‘Sürdürülebilirlik’ ve ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ popüler söylemlerde ve hatta akademik
kaynaklarda çoğu zaman birbirinin yerine kullanılan, bir miktar iç içe geçmiş kavramlar.
Sürdürülebilirlik konsepti, kişilerin ve kurumların geleceği hep odağında tutarak
planlarını ve faaliyetlerini gerçekleştirme yetkinliğidir. Sürdürülebilir Kalkınma ise
kaynakların kullanımı, yapılan yatırımlar, teknolojik geliştirmeler ve dönüşümlerin,
insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak ve gelecek nesillere yetecek şekilde harmonize
edilmesinden bahseder. Sürdürülebilir bir ekonomiden bahsederken, ürün ve hizmetlerin
üretim, dağıtım ve tüketiminden bahsediyoruz temelde. Sürdürülebilir bir toplumdan
bahsederken de, insanların yetkinlikleri, ilişkiler, toplumsal değerler gibi maddi olmayan
varlıkların ve kaynakların doğru yönetilmesini odağımıza alıyoruz. Hem ekonomi hem
de toplumu göz önünde bulundurduğumuzda, temelde sürdürülebilir insani gelişme
kritiktir. İnsani gelişme sadece ekonomik refahı kapsamaz, aynı zamanda insanların
eşit, sürdürülebilir ve istikrarlı bir dünyada esenliğinin artmasını hedefleyen çok yönlü
yaklaşımlar gerektirmektedir. İnsani gelişmenin temelinde insan olgusunun bir bütün
olarak ele alınması yani farklılıklarına göre gruplara ayırmadan tüm bireylerin eşit
haklara sahip olması yatmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma konusunda küresel ölçekte
paylaşılan ortak vizyon temelinde yer alan toplumsal cinsiyet ekseni, kalkınma odaklı
tüm hedeflere ulaşılmasında toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlenmesini işaret
eder. Toplumsal cinsiyet eşitliği sürdürülebilir ekonomik büyüme ve yoksulluğun
azaltılmasında kritik bir rol oynamaktadır.
Tarihsel süreçte toplumsal olarak üretilmiş sayısız üründen biri de toplumsal
cinsiyettir. Toplumsal cinsiyet kadın ve erkeğin biyolojik farklılıklarından bağımsızdır
ve kadın ile erkek arasındaki toplumsal olarak inşa edilmiş, algıda var olan farklılıklar
bütünüdür. Toplumsal cinsiyet temelde biyolojinin kodladığı maddi bedenlere manevi
anlamlar yükleyerek onları kültürel olarak ayıran, üretilmiş rol ve sorumlulukları
kapsayan bir fenomendir. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, kadınların ve erkeklerin
sorumlulukları ve gerçekleştirmeleri beklenen faaliyetler ile ilgili yetkinlikleri,
kabiliyetleri, kapasiteleri, ilgileri, tutkuları ve istekleri ile sosyal, ekonomik, profesyonel,
kişisel ve politik olarak sahip olacakları fırsatları kapsamaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamamasının ekonomiye yansıyan sonuçlarını
rakamlarla bir nebze ifade etmek gerekirse kadınların işgücüne katılımı ve işgücünde
yer aldıkları yetkinliklere bağlı konum ile ilgili verilere bakılabilir. Dünyada erkeklerin
işgücüne katılım oranı yaklaşık %80 iken kadınlarınki %50. Resmi istatistik kurumu
TÜİK tarafından açıklanan, Kasım 2018 verilerinin yer aldığı işgücü istatistiklerine göre,
15–64 yaş grubundaki toplam erkeklerin %78,5’i işgücüne katılım gösterirken, bu oran
kadınlarda sadece %38,3. TÜİK’in referans verdiği bir diğer gösterge de genç nüfus
içerisinde eğitimde ve istihdamda olmayanların oranı. Herhangi bir eğitim kurumunda
veya işte olmayan 15–24 yaş arası kadınların oranı, erkeklerinkinin oransal olarak
yaklaşık iki katı. İstatistiklere göre, 15–24 yaş arasındaki kadın genç nüfusu içerisinde
ne eğitimde ne de istihdamda olan kadınların oranı %32,8. Bu tablo alarm vermekle
birlikte iş dünyasında kadın meselesi hakkında tartışılacak başka önemli bir konu da
temsil ve üst düzey posizyonlarda yer almamaları. Başbakanlık Yatırım Ofisi tarafından
açıklanan rakamlara göre 2012–2018 yılları arasında ülkemizde üst düzey kadın
yönetici sayısı 2 puan artarak %16,3’e yükseldi. Pozitif bir ilerleme olması sevindirici
olsa da kapsayıcı bir iş dünyasi ve ekonomiden bahsetmek için oldukça düşük bir oran
ve düşük bir ilerleme bu 6 yıllık dönemde. Dünya Bankası Girişimcilik Araştırması’na
göre, Türkiye’de kesin ve en güncel sayılar bilinmemekle beraber şirket sahipliğinde
kadınlar sadece %25,4’lük bir yer tutuyor. Kadın çoğunluklu yöneticilere sahip şirketlerin
oranı ise sadece %0,3. Türkiye’de mecliste kadın parlamenterler sadece %17,4’lük bir
yere sahip ve bu oran yaklaşık %23,4 olan dünya ortalamasının da altında kalıyor.
Akademide de nispeten daha iyi ama benzer bir durum var; kadın profesörler toplam
profesörlerin sadece %31,5’i. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Uçurumu
(WEF, The Global Gender Gap Report 2020) raporuna göre bilgi teknolojileri alt sektörü
kadın istihdamı konusunda uçurumun en büyük olduğu sektörler arasında. Örneğin,
%12’lere kadar düşen spesifik alt dallarındaki kadın çalışan oranı ile dünyada yazılım ve
bilişim teknolojileri sektörü kapsayıcılığın en düşük olduğu sektörlerden biri. Halbuki
2011 yılından bu yana 4. Endüstri devrimi ile hayatımıza giren ve siber-fiziksel
sistemler, yeni teknolojiler ve veri yönetimi üzerinde çalışan hem şirket sayısı hem de
projeler ve iş imkanları artarken, dünya genelinde çağın meslekleri denebilecek bu alan
profesyonel kadınların en az yer alabildiği alan. Asıl düşündürücü olan ise bu alanlarda
eğitim altyapısı ve gerekli yetkinliğe sahip olan kadın oranına bakıldığında %40 ların
üzerinde bir rakam çıkması. Fırsat eşitliği ve toplumsal algıları tartışmak gerekiyor bu
rakamlar ışığında. Yine aynı rapordan çok da pozitif olmayan bir veriyi de buraya not
düşeyim. 153 ülke arasında yapılan araştırma ile hazırlanmış bu küresel raporda
cinsiyet eşitliği uçurumu sıralamasında ülkemiz maalesef 130. sırada.
İyi haber ; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı
tarafından yayınlanan ve 2019–2023 yıllarını kapsayan 11. Kalkınma Planında kadının
ekonomide daha fazla yer alması için planlanmış aksiyonlar ve hedefler belirlenmiş.
Oldukça önemli ve kritik alanlarda geliştirmeler yapılacak şekilde belirlenmiş aksiyonlar
ve hedefler çok önemli. İşte tam da bu noktada biraz da toplumsal duyarlılığı yüksek
bireylere iş düşüyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yakalanması yolunda çok farklı
alanlarda ve çok farklı odaklarda çalışmalar yapan platform, dernek ve oluşumlar var.
Benim de gönülden destek verdiğim farklı sektörlerde kadınların daha fazla ekonomide
rol alabilmesi için çaba gösteren tam 6 oluşum var. Bireylerin bu konuda gerek bilgisi,
gerek tecrübesi, gerekse zamanını kullanarak verebileceği o kadar çok katkı var ki..
Dileğimiz bu oluşumların daha fazla destekçi bulması ve daha fazla farkındalığı
artıracak ve eşitsizlikleri azaltacak çalışmalar hayata geçirebilmesi.
“İçerik özgün ve Çağla Gül Şenkardeş kişisine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.”
ÇAĞLA GÜL ŞENKARDEŞ
Leave a Reply